29 Mart 2024
PUSULA EĞİTİM KÜLTÜR SANAT VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
GenelSeminer

KUR’AN’DA ÜÇ İNSAN

Derneğimizde araştırmacı yazar ve Fatih Akbaba Mehmet Efendi Camii İmam Hatibi Mesut AYDIN hocamız, “KUR’AN’DA ÜÇ İNSAN” konulu seminer verdi.

Büyük bir dikkatle dinlenen konuşmada; hocamız ana başlıkları itibariyle şunlara değindi; İnanç karşısında, kitap karşısında, peygamber karşısında, ahiret karşısında,  dünya karşısında, mal karşısında, makam karşısında, mahşerde, yakin karşısında, tebliğ karşısında ve cennet ve cehennem karşısında insanın duruşunu ayet ve hadisler ışığında anlattı. Hocamıza bu güzel konuşma için teşekkür ederiz. Rabbim önde giden, öncü kullarından eylesin.

Konuşmanın tamamını izlemek için tıklayınız!

İNSANLIK SERÜVENİNE KUR’ANİ ÜÇ BOYUT

İnsan karakterleri genel olarak üç boyutta ele alınabilir. Ya iyi, ya kötü, ya da iyi ile kötüyü karıştıran tipler. Kur’an-ı Kerim bunu birçok mevzuda dile getirir. Biz bu mevzuları şu şekilde sıralayabiliriz.

A) İnanç karşısında,

B) Kitap karşısında,

C) Peygamber karşısında,

D) Ahiret karşısında,

       E) Dünya karşısında,

F) Mal karşısında,

G) Makam karşısında,

H) Mahşerde,

I) Yakîn karşısında,

İ) Tebliğ karşısında,

J) Cennet ve cehenneme karşı üç insan tipleri.

Butespitlerle yetinerek bütün maddelere örneklerle açıklama getirelim.

A) İnanç konusundan başlayalım. Bunun en güzel örneği daha Kur’an’ın başlangıcındaki Bakara suresinde verilmektedir. Allah (c.c) bu surede insanlığı üçe ayırmıştır. Biz bu üç sınıfın en önemli vasıflarını vermekle yetineceğiz. Çünkü asıl gayemiz Kur’an’da bu üçlemenin nasıl ve hangi konularda işlendiğidir.

Bahsedilen surede (Bakara Suresi 1–20) , insan tipleri şu şekilde sıralanmıştır.

Mü’min, kâfir ve münafık. Mü’min; içi dışı iman dolu; kâfir; içi dışı inkâr dolu, münafık ise; içi küfür dışı ise imanla süsleme yapılmış bir tiptir.

Yalnız münafık hakkında şunu söylemeden geçmeyelim. Münafık, vitrinine satlık çok güzel şeyler koyan, ama dükkânında, yani vitrinin arkasında çok kötü işler yapan esnaf gibidir. Onun sadece vitrini seyredilir. Dükkânına girerseniz mutlaka bir tuzağa düşürür ve size bir şeyler satar. Özellikle karakteri iyi ya da kötü yönde tamamlanamamış insan tipleri bu maddede kalırlar.      

B) Kitap karşısında üç insanı Rabbimiz Fatır Suresi 32. Ayette bildirerek buyurur ki: “Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık.Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah’ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük lütuftur.”

Kitaba karşı tavrımızı ve nerede duruşumuzu gösteren bu ayet-i celile, aynı zamanda kitabın bir miras olarak bırakıldığını vurgulayarak, mirasın sadece malla olmayacağını, en kıymetli mirasın kitap mirası olduğunu da vurgulamaktadır. Bu manada Peygamber (a.s) âlimleri kendi varisi kılarak, vahiy ilmini de onlara miras bırakmıştır. Nasıl ki bir mirasyedi evlat, babasından kalan mirası tarumar ederse, aynı şekilde kitap mirasına sahip çıkmayanlar da Peygamber mirasını tarumar ederek zalimlerden olurlar. Kitaba sahip çıktığı halde, dünyaya dalarak ona hizmetini bazen aksatanlar ise, orta yolda olanlardır. Kitabı anlamayı, yaşamayı, yaşatmayı her şeyin önüne geçirip, hizmette yarışanlar da öncülerdir.

    C) Peygamberlere karşı insan toplulukları yine üçe ayrılmıştır. Peygamberleri insanüstü görerek ilahlaştıranlar; peygamberleri inkâr ederek düşman ilan edip öldürenler; bir de, Peygamberlere vahyin verdiği rolü vererek, onlardan gerçek manada istifade edenler.

Kur’an-ı Kerim bunların özellikle ilk ikisine çok dikkatimizi çeker. Sakın siz de peygamberlerini öldürenler veya ilahlaştıranlar gibi olmayın diye. Örnekleri verirken de hep İsrail oğullarından verir. Maide Suresi 17. Ayette İsa (a.s)’ı ilahlaştıranlardan bahseder. “Muhakkak ki, Allah, ancak Meryem oğlu İsa Mesih’tir diyenler kâfir olmuşlardır.” Yine aynı surede İsa (a.s)’ı ilahlaştıranların mahşerdeki sorgulanmasından bahsederek şöyle buyrulur. “Ve Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’tan başka iki tanrı edinin’ dedin?” “Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz…” (Maide Suresi 117. Ayet)

Öldürenlere gelince Rabbimiz Ali İmran Suresinin 21. Ayetinde şöyle buyurur: “Allah’ın ayetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti emredenlerin canına kıyanlar yok mu? Bunları acıklı bir azapla müjdele!”

Peygamber iki türlü öldürülür. Biri bedeniyle, ikincisi de hayatı ile. Eğer peygamber hayatı ve öğretileriyle yaşatılıyorsa o peygamber öldürülmemiştir. Çünkü aslolan peygamberin bedeni değil yaşadığı ve yaşamamızı istediği hayatıdır. Bunların ikisinin ortasında durarak, peygamberlere iman eden onları Allah’ın elçileri görüp önder ve örnek edinenler ise hep övülmüş ve bu dengeyi kuranlar yeryüzünün en mükemmel insanları olmuşlardır. Kur’an ana hatlarıyla peygamberi bize şöyle tanıtır.

“Peygamberler bir beşerdir” (İbrahim-11)

“Allah’ın elçileridirler” (Ahzab- 40)

“Hiç kimsenin sahip olmadığı üstün bir ahlaka sahiptirler” (Kalem- 4)

“Âlemlere rahmettir” (Enbiya-107)

“En güzel örnektirler” (Mümtehinne- 4 ve Ahzab 21)

“Allah’ın bildirdiğinden başka gaybı bilmezler” (Cin; 26–27)

Peygamberleri tanıtan en güzel söz Allah’ın sözüdür. Kur’an’ın dışına taşan her peygamber tarifi önce Allah korusun peygamberlere hakarettir. Onun için, peygamberleri vahyin dışına taşımak, ya onları öldürmek, ya da ilahlık vasıflarından bir veya bir kaçını bir insana vermek olur ki, ikisi de hatadır. Ortası ise, Allah’ın takdim ettiği şekilde tanımak ve inanmaktır. (Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. De ki: Bana ancak şöyle vahyolunuyor, ilâhınız ancak tek bir ilâhtır, Şimdi siz artık Müslüman oluyor musunuz?” Eğer (yine de) yüz çevirirlerse, de ki: “Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı, uzak mı olduğunu bilmem.” (Enbiya; 107–109)

D) İnsanın üç boyutundan biri de ahiret karşısında üç tavır sergilemesidir. Ya iman eder, o zaman bütün hayatı ahirete hazırlıkla dopdolu olur. Ya inkâr eder, o zaman da dünya tek hedef olur. Elinden geleni ardına koymadan, dünyadaki bütün fırsatları değerlendirip gününü gün etmek lazım diyerek yaşar. Ya da Ahiretten şüphe duyar ki, ne dünyası imar olur ne de ahreti. Kur’an bu üç boyutu şöyle anlatır:(Ahirete imanedenler için) “Onlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, âhirete de kesin olarak inanırlar.” (Lokman Suresi 4)Kur’an bu tür ayetlere sıkça yer vererek, mü’minlerin vasıfları olarak zikreder.

İman etmeyenler için ise yine onlarca ayet vardır. “Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır” (Bakara Suresi 6–7)

Ahiretten yana şüphesi olanlar büyük bir bocalama içindedirler. Onlar, kendince dünya nimetlerine kavuştukları gibi ahretin de kendilerine verileceğini umarlar. Fakat asıl tercihleri dünya hayatıdır.

Kur’an bu konuda: “Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: “Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum” “Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum” buyurur.(Kehf Suresi 35–36)

Bir başka ayette: “Onlar, o kimselerdir ki dünya hayatını ahirete tercih ederler, (insanları) Allah’ın yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler. İşte bunlar, çok büyük bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim Suresi 4) Buyurur.

Cenab-ı Hak bu şüphe hastalarına şöyle hitap eder: “Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, (bilin ki) ne olduğunuzu size açıklamak için şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden(spermden) sonra bir alakadan (embriodan) sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en fena zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.” (Hac Suresi 5. Ayet)              

    E) Dünya karşısında da insan tavırları üç boyutlu olarak önümüze çıkmaktadır. Dünyayı bir imtihan solonu olarak görenler, dünyayı kalınacak tek mekân olarak görenler, dünyanın geçici olduğunu bildiği halde dünyaya dalarak ahireti unutanlar.

Dünyayı sınav salonu olarak kabul edenler, Allah’ın şu ayetlerinin sırrına ererek, sınav salonunu imar eden ve hiçbir gününü boşa geçirmeyenlerdir. Rabbimiz Bakara Suresi 155. Ayette: “Muhakkak ki, biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” yine Ankebut Suresi 2. Ayetinde “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” buyurmaktadır.

Dünyayı tek kalınacak yurt olarak görenler, Rabbimizin ayetlerinde şöyle anlatılır: “Dediler ki: Dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur, biz diriltilecek değiliz.” (Enam Suresi 29. Ayet)

Yine Bakara Suresi 200. Ayette: “İnsanlardan kimisi: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!” der. Onun için ahirette hiçbir nasip yoktur.” Buyrulur.

Üçüncü sınıfa gelince, bunlar arada kalan ama daha çok peşin hayatı sevdikleri için dünya hayatını inanmayanlar gibi yaşayanlardır. Rabbimiz bu kesimi tanıtırken: “Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da Ahireti bırakıyorsunuz.” demektedir. (Kıyamet Suresi 20–21. Ayetler)

Bu üç sınıftan elbette ki birinciler övülmektedir. Bizler de hangi guruba dâhil olduğumuzu tavır ve davranışlarımızdan, ahirete hazırlanıp hazırlanmadığımızdan anlayabiliriz.        

F) Mal karşısındaki üç insan tipini ele aldığımızda, insanın mal karşısındaki tavrını en güzel anlatan kasassuresindeki Karun kıssasını görürüz.

Rabbimiz (c.c) bu surenin 76. ve 83. Ayetlerinde hiçbir yoruma meydan bırakmadan çok muhteşem bir şekilde meseleyi anlatıyor:

“Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.” “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” Karun ise: “O (servet)bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” demiştir. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helak etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir) Derken Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: “Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı. Hakikat şu ki o, çok büyük devlet sahibidir” dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, şöyle dediler: “Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.” Derken biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek taraftarları olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler de: ‘Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı çok da, az da verir. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar iflah olmazmış’ demeye başladılar.”

Bu kıssada birinci insan tipi dünya malına tapan ve kazandıklarını kendi becerisi sayan Karun’dur. Karun yeryüzünde mal ve paraya tapanların sembolüdür.

İkinci sınıf ise, Karun’a özenenlerdir. Karun bir veya birkaç tane olduğu halde, her asırda Karun’lara özenenler milyonlarca olmuştur. Bu sınıf öyle bir ruha sahiptir ki, fırsatını bulduğu an Karun olacaktır. Yani bunlar Karun olmaya aday bir yığın insandır.

Üçüncü tip insan ise dünyayı da içindeki geçici serveti de çok iyi kavrayan, üç günlük dünyada sınavın farkında olan insanlardır. Bunlar ne Karun gibi servete tapan, ne de Karunlara özenenlerdir. Çünkü bunlar ilim erbabıdırlar.

Demek ki, ilmi olmayanlar önceki iki sınıftan biri olmaya daha müsaittirler. Dünyayı ve içindekileri tanıyan, Cenneti ve onun sonsuz nimetlerini tanıyan hangi insan her şeyini bırakıp gideceği dünyayı tercih eder ki? Bunun için de ilim şarttır. Ve ahiret yurdu sabredenlerin yurdudur. Buradaki sabır Karunların servetlerine karşı sabırdır. Onun için “onların malları ve evlatları seni imrendirmesin” der Cenab-ı Hak.

G) Makam karşısındaki üç sınıf insana gelince, bunun örneğini de Rabbimiz, Firavun ve onun karşısındaki İsrail oğullarından verir. Firavun makamın sembolüdür. O makamını Allah’ın yerine geçirerek putlaştırmış ve makamını koruma adına ilahlığa bile yeltenmiştir. Makam karşısında iki büklüm olanlar ne hazin ki Firavunun rolünü oynamaktalar. Bir sınıfta var ki, Firavuna kulluğu içselleştirmiş, firavundan daha çok ona sahip çıkarlar. Zaten Firavunları ilahlık makamına çıkaran bu yığınlar olmasa, firavun ilahlık taslayamaz ki. Bunlar Firavunun korkusundan titreyen, köleliğe alışmış, şahsiyet ve karakterini kaybetmiş insanlardır. “Firavun kavmini küçümsedi. Onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar fâsık bir kavimdi.” (Zuhruf Suresi 54. Ayet)

Üçüncü kesim ise sihirbazlar gibi hakikati görünce firavunu da, makamını da bütün tehditlere rağmen ayaklarının altına alan yiğit insanlardı. Oysaki firavun onlara neler vaat etmişti ve biraz önce onlar firavundan neler bekliyorlardı. Firavunun tehditlerine cevapları bütün zerreleri imanla yüklü olarak veriyorlardı. Firavun onlara: “Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım.” Dediği zaman “Onlar da: “Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz.” dediler.” “Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı Müslüman olarak al.’ Dediler” (Araf Suresi 124–126. Ayetler)         

H) Mahşer meydanında üç insan tipi.

İnsanlık mahşer meydanına üç sınıf halinde gelirler. Bunlar sâbikun (öncüler), ashabul yemin (amel defterleri sağdan verilenler), ashabı şimal (amel defterleri soldan verilenler) Bu üç sınıfın ilk ikisi kurtulan, üçüncüsü ise helak olan guruplardır. Bu sahneyi Rabbimiz Vakıa Suresinde bize şöyle bildirir: “Yer şiddetle sarsıldığı dağlar serpildikçe serpildiği dağılıp toz duman haline geldiği ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman, sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar! Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar! Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler” (4 ve 10. Ayetler)

Kâinatın sahibi bu üç sınıfın karşılaşacağı akibetleri de ayrı ayrı zikreder. İlk iki sınıfın mükâfatını anlatırken, ikisi de Cennet olarak anlatılsa da, nimetleri farklı farklı tarif edilir. Birkaç ayet sunacak olursak;

“İşte o yaklaştırılanlar, (öncüler) nimet Cennetlerindedirler. Çoğu önceki ümmetlerden, birazı da sonrakilerden. (Onlar) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar. Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar. Kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle. Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. Beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri, iri gözlü huriler, saklı inciler gibi, yaptıklarına karşılık olarak verilir.” (Vakıa Suresi 11–24. Ayetler)

Amel defterleri sağdan verilenler için de şöyle buyrulur: “Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Dalbastı kirazlar, meyve dizili muzlar, uzamış gölgeler, fışkıran sular, pek çok meyve arasında, tükenmeyen ve yasaklanmayan ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler. Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık) onları bakireler yaptık. Hep yaşıt sevgililer, sağın adamları içindir.” (Vakıa Suresi 27–38. Ayetler)

I) Yakîn karşısında insanın durumu yine üç çeşit olarak karşımıza çıkıyor.

Bunları Kur’an-ı Kerim’indeğişik surelerinden öğreniyoruz. Rabbimiz Tekasür Suresinde iki çeşidini şöyle zikreder. “Hayır! Eğer kesin bilgi ile bilseniz, elbette cehennemi görürsünüz. Sonra, yemin olsun ki, cehennemi yakin gözüyle göreceksiniz (5–7. Ayetler) Bu ayetlerde İlmelyakin ile aynelyakin zikredilir. Hakka Suresinde ise hakkalyakin zikredilerek buyrulur ki: “Gerçekten o, şüphe götürmez bir bilgidir.” (51. Ayet)

Bunları kısaca bir misalle izah edebiliriz.

Biz bilgiyi ya sadece ilimle, ya bizzat görerek, ya da olayı bizzat yaşayarak elde ederiz. Mesela Ahiret hakkındaki bilgi türümüz şu anda ilmelyakindir. Niçin yakin bir bilgi olduğunu ise, bu hakikati bize haber veren yeryüzünün en doğru insanları ayrı ayrı zamanlarda bize iletmişlerdir. Hem de 124 bin peygamber aynı şeyleri söylemiştir.

Yukarıdaki ayette geçtiği gibi, cehennemi ya da Cenneti görmemiz aynelyakin (yani ilimle bildiğimizin gözle görülmesi) dir. Hakkalyakin ise, Cenneti tatmak ya da, Allah korusun cehenneme bizzat girmekle gerçekleşir. Yine ölüm bizim için ilmelyakin; Azrail’i (a.s) görmemiz aynelyakin; canımızın çıkmaya başlaması hakkalyakindir. Bunun misalleri günlük hayatımızda da yüzlercedir.

İ) Tebliğ yapma karşısında da insanlar üçe ayrılır. Bunlardan biri tebliğin karşısında olanlar. Birisi bütün zorluklara rağmen görev bilincini terk etmeyerek tebliğe devam edenler. Bir diğeri de, tebliğe ne gerek var diyenlerdir.

Rabbimiz bu konuyu Araf suresinde bize şöyle haber verir: “İçlerinden bir topluluk; Allah’ın helâk edeceği, ya da çetin bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz? dediği vakit, o uyarıda bulunanlar dediler ki; “Rabbimiz tarafından mazur görülmemiz için, bir de belki günahlardan sakınırlar diye (nasihat ediyoruz).” Onlar yapılan bunca nasihati unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık.” (164. ve 165. Ayetler)

J) Son olarak insanın Cennet ve Cehennem karşısındaki durumunu anlatan ayetlerini zikredelim.

“Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir perde vardır. A’raf üzerinde de, her iki taraftakileri simalarından tanıyan kişiler vardır. Bunlar, Cennetliklere: “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Bunlar henüz Cennete girmemiş, fakat girmeyi arzu eden kimselerdir. Gözleri cehennemlikler tarafına çevrilince de: “Rabbimiz! Bizi zalim toplulukla beraber eyleme!” riye yalvarırlar.” (Araf Suresi 46–47. Ayetler)

Bu ayetlerde Rabbimiz insanlardan bir kısmının Cennete, bir kısmının cehenneme gittiğini, yalnız bir kısım insanların Arasat yahut A’raf denen bir yerde bekletileceğini haber vermektedir. Rivayetlerden öğrendiğimiz kadarıyla bunlar günahları ve sevapları eşit olan kimselerdir.

Bize düşen tespit ettiğimiz bu üç durumun hepsinde de nerede olduğumuza dikkat etmemizdir.

RASULULLAH’TAN ÜÇ TİP İNSAN TARİFİ

Kur’an-ı Kerim’in tarif ettiği üç insan tiplemesini Rasulullah’ın hadisi şeriflerinde de görmekteyiz. Birçok değişik konularda karşımıza çıkan onlarca hadisi şeriflerden sadece bir kaçını sizlerin akıl ve kalp dünyanıza ikram edelim.

Rasulullah, (a.s) âlimleri üçe ayırırken buyuruyor ki: “Âlimler üç türlüdür. İlminden hem kendisinin hem de insanların faydalandıkları âlim; İlminden insanlar istifade ettiği halde, kendisi faydalanmayıp kendini helak eden âlim; Kendisi ilminden istifade ettiği halde insanların istifade etmediği âlim.” (Câmiu’s-Sağir)

Peygamber (a.s) ateşi tatmayacak gözden bahsederken o gözün üç vasfını şöyle zikreder. “Şu üç göz hariç kıyamet günü her göz ağlayacaktır. Bu gözler; Allah’ın haram kıldığı şeylere bakmaktan sakınan göz, Allah yolunda uykusuz kalan göz, Allah korkusundan bir sinek başı kadar da olsa yaş akıtan göz.” (Câmiu’s-Sağir)

İmanın kalbe lezzet vermesinin üç sırrını anlatırken Allah Resulü şöyle buyurur: “Şu üç şey kimde bulunursa o kişi imanın lezzetini kalbinde duyar. Allah ve Resulü’nün kendisine her şeyden daha sevimli olması, sevdiğini sırf Allah için sevmesi, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına nefret etmesi.” (Buhari ve Müslim)

Rasulullah (a.s) toplumsal bazda üç büyük günahı sayarken de şöyle buyurur: “Üç şey vardır ki onları yapan büyük günah işlemiş olur. Haksız yere açılmış bir davanın etrafında toplanan, anne babasına isyan eden, yardım etmek için zalimle beraber hareket eden.”

Orucun sıkıntılarına dayanmanın sırrını anlatırken Allah Resulü buyururlar ki: “Üç şey var ki kim onları yaparsa oruca dayanma gücü kazanır. Su içmeden önce yemek yiyen, sahura kalkan, Kaylule(öğle) uykusunayatan.”

Peygamber (a.s) dünya servetinden çok daha kıymetli olan, ahlaki üç vasfı anlatırken de şöyle buyurmuştur: “Üç şey vardır ki onlar kime verilmişse o kişiye Davud ailesine verilen mülk ve saltanat kadar nimet verilmiştir. Öfkelenirken de severken de adaletten ayrılmamak, fakirken de, zenginken de ölçülü davranmak, gizlide de, açıkta da Allah’a karşı gelmekten sakınmaktır.”

Münafıkların vasıflarını sayarken de şöyle buyurur Allah Resulü. “Şu üç şey kimde bulunursa, o kimse namaz da kılsa, oruç da tutsa münafıktır. Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, emanete ihanet eder.”

Allah’ın kıyamet günü kimlerle daha yakından ilgileneceğini anlatırken Rasulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Üç gurup insan vardır ki Allah kıyamet günü onlarla çok konuşacak. İki kişi arasında fesatlık edip onların arasını bozmayan, hiçbir zaman zina etmeyi aklından geçirmeyen, kazancına asla faiz bulaştırmayan.”

Yine kıyamet günü Allah’ın yüzlerine bakmayacağı kimseleri anlatırken Allah Resulü buyuruyor ki: “Üç kişi vardır ki Allah onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Bunla; elbiselerini yerden sürüyerek yürüyen kibirli kimse, verdiği bir şeyi başa kalkan kimse, yalan yere yemin ederek malını satan kimse.”

Peygamber (a.s) ümmeti hakkında korktuğu şeyleri sayarken yine üç madde halinde sıralayarak buyurur ki: “Ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum. Âlimin hatası, münafığın Kur’an-ı alet ederek mücadele etmesi, kaderin inkâr edilmesi.”

Yine ümmeti hakkında korktuğu şeyleri şöyle sayar Allah Resulü: “Ümmetim hakkında şu üç şeyden korkuyorum. İstek ve arzularının kendisini saptırması, mide ve şehvet düşkünlüğü, hakikati bilip öğrendikten sonra gaflete düşmeleri.” (Yukarıdaki hadislerin tamamı Câmiu’s-Sağir’den alınmıştır.)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.