Öykü Yarışmasında Birinci Olan Öykü
Pusula Derneği tarafından düzenlenen önderim peygamberim isimli öykü yarışmasında birinci seçilen öykü
Seda BACAKSIZ
Hüseyin Bürge Anadolu Lisesi/Bayrampaşa/İSTANBUL
ABİS
Her insan, annesinin rahminden dünyaya düştüğü, gözlerini kimsesiz karanlığına açtığı ilk andan; o karanlığı ömrüyle harmanlayıp yeni renkler elde ettiği son ana kadar en körpe çaresizliklerini, acılarını, mecburiyetlerini, pişmanlıklarını, yeşermeyi bekleyen sevgilerini büyütür kalbinin en saklı abislerinde. Yaşadığı her an için bir demet umut bırakır varlığının icmali olan o abislere. Kalbimin en kuytu köşelerine yangınlar salarak tüm umutlarımın izlerini taşıyan abisleri yakıp kavuracak kadar güçlüydü, çaresizliğim. Ellerimle yaptığım her işin; avuçlarımın dokunduğu her uğraşın kalbime yangınlar salarak eyleme geçişi, mecburiyetimin var oluşuydu. Ve ben de bu sonuçların yarattığı canhıraşta boğulmaya mahkûm bırakmıştım kendimi.
Yok oluşunda benim de payımın olduğu bir can yitip giderken kanı, Arnavut kaldırımlarına karışıp şehrin kirine bulanmıştı. Buna rağmen; ruhu şehrin kirli sokakları tarafından yutulurken ne bir taşı eksilmişti duvarların, ne de kana bulanan kaldırımlarına rağmen iz kalmıştı geride. Geriye kalan; yalnızca acılar ve kalplerde saklı olan abislere hükmeden duygulardı. Pişmanlığımın bu dünyada vücut bulmuş hali olan çaresizliğimin zincirlerini, kavlamış yerlerinden tutarak yok etmeye çalışıyordum.
Hz Mevlâna’nın “Dilin lal, gönlün melal olduğu andır…” dediği üç noktanın sonunda gibi hissediyordum kendimi. “Hissedilen fakat bir türlü yazılamayandır…” dediği gibi yalnızca hissettiklerimden ibarettim. Bir şairin, avuçları arasındaki kâğıda kalemi her vuruşu; kelimelerinin mezar olduğu duygularını gömdüğü kâğıdın üzerine, kan yerine mürekkep dağılmasına vesile olurdu. Her üç noktanın sonunda, kalemden akıp duygularının mezarı olarak can bulanmayı bekleyen kelimeler olurdu. Şimdi bende üç noktanın sonunda can bulmayı bekleyen kelimeler gibi duygularımı gömmeyi, kâğıda işlenirmişçesine hayata karışmayı bekliyordum. Çaresizce…
Adımlarımın hükmü, düşüncelerimle aynı çarka bağlıymış gibi benden alınmış, varlığımın esiri olan kalbime verilmişti farklı bir sokağa döndüğümde. Yavaş yavaş kalemimi, bir annenin çocuğuna hayatı öğretirken hissettiği o korku dolu mutluluk mürekkebine bulayarak hayatın ince ve dikkat edilmesi gereken satır çizgilerine değdirdiğim ve kendi sonumu yine yalnızca benliğimden dökülen kırıntılarla oluşturabileceğim sona yaklaşıyordum. Sonunda ulaştığım evin kapısına neler hissetmem gerektiğini bilmeyerek baktım. Titreyen elimi kaldırıp kaplaması yer yer aşınmış kapıya doğrulttum. Bu kapı, yanıp kül olurken geriye sadece kül taneleri kalmış bedenleri saklıyordu ardında. Ve beklediğim her saniye, o küllerin üzerine zaman üfleyip geriye hiçliğin kıyısına sürüklenen hayatlar bırakıyordu. En içten dualarımı bileğime kelepçeleyip o kelepçelerin ağırlığıyla vurdum kapıya. Kilit sesinin tok sesi, öğle güneşinin kaldırımlarını kavurduğu ve yalnızca bana ev sahipliği yapan sokakta yankılandı. Kapının açıklığından ilk başta yalnızca bir siluet olsa da sonrasında yüzünü tüm hatlarıyla seçip tanıdığım bir kişi belirdi. Tek çizgi olan dudakları; acıları, kızgın birer demir gibi boğazını dağlayıp ağzını her açışında çıkacak olan yanmış et kokusuna karışan çığlıları saklıyormuş gibi birbirine düğümlenmişti. Ağlayışını bıçak kadar keskin bir şekilde ifade eden gözlere sahipti.
“Buyrun?” dedi yüzümü tanımak istermiş gibi incelerken. Cevap beklediğini biliyordum lakin kelimelerim, içimde bir yerlerde iç organlarımı parçalamaya çalışırmış gibi derime çarpıp yankı uyandırsa da boğazımı sanki kor ateşten yapılmış gibi geçemiyorlardı. Bir yararı olur umuduyla boğazımı temizleyip “Rahatsız ettiysem özür dilerim fakat önemli bir konu hakkında konuşmak için gelmiştim.” dedim. Söylediklerimin ne kadar doğru kelimeler olduklarını bilmiyordum. Gözlerindeki yaşlar; sanki bir elmas, güneşe tutuluyormuş gibi parladı. “Sizi tanıdım sanırım…” dedi gözlerinde gördüğüm minnettarlık dalgası yüzüme çarparken “… Sizi o gün karakolda görmüştüm. Oğlumun katilinin yakalanmasında büyük katkılarınız olmuş, ifade vermişsiniz.” Kalbim; atışını, beynimin içinde hissedebileceğim hızla çarpmaya başladı. Üzerinden günler geçmiş olan, eskitilmiş kelimelerim şimdi sanki yaya gerilen oklar gibi serbest bırakılmayı bekliyorlardı. İçime derin bir nefes çekip konuşmaya hazırlandığım an koluma dokunan el ile irkilip öylece yüzüne bakmaya devam ettim. “Lütfen, içeri gelin. İçeride daha rahat konuşuruz. Hem ben de sizinle konuşup size teşekkür etmek istiyordum.” Şaşkınlığım, sanki bir matruşka bebeği gibi her saniye bir öncekinin sadece minyatürü olan bir başkasına bırakıyordu yerini. Kadın, kolumdaki elini güçlendirerek içeri çekti beni.
Kadını takip ederek sola döndüm. Sağdaki odaya girip kapının kenarına geçerek bana döndü. Odanın hemen sağ tarafında bulunan üzerindeki örtünün, evin tüm eski görüntüsüne ayak uydurduğu iki kişilik kanepeyi göstererek “Şöyle geçip rahatınıza bakın, lütfen. Kahve ya da içecek bir şey ister misiniz?” Söylediği her söz, beni mahcubiyet çukuruna itip sesimi çıkaramamama sebep oluyordu. Kelimelerimi seçerken biraz daha zaman kazanmak için hızla gösterdiği kanepeye ilerleyip oturdum. “Teşekkür ederim ama bir şey istemiyorum.” Artık bir yerlerden anlatmaya başlamam gerektiğini bilerek devam ettim. “Ben aslında bir an önce sizinle konuşmak istiyorum. O gün hakkında…” Lafımı keserek yüzünde anlayışlı bir tebessümle yanıma oturdu. “A, siz bunu söylemek için mi buraya kadar zahmet ettiniz? Boşuna yorulmuşsunuz buralara kadar.” Yüzündeki tebessüm birden silinip zaten uzun zamandır haddini bilerek yerini koruyan acıya bırakırken yerini; gözleri, uzaklara daldı ve kadın devam etti. “Ben o gün olanları öğrendim. Yani polisler söyledi zaten bana neler olduğunu.”
Bu sefer hiç beklemeden konuşmaya başladım. “Bilmediğiniz şeyler var.” Söyleyeceklerimin ağırlığı boğazıma baskı yapıyormuş gibi sesim titrek çıkmıştı. Bugün kaçıncı olduğunu bilmeden boğazımı temizleyip “Yani aslında o gün olaylar tam olarak sizin bildiğiniz gibi gelişmedi.” Vücuduma saplanan sıkıntıyla yerimde kıpırdanarak devam ettim. “Sırf, benim korkaklığım yüzünden…” dedim. Son söylediğimin sebep olduğu utanç tüm bedenime yayılırken kafamı yere eğip kucağımda birleştirdiğim ellerime baktım. Önce anlamaya çalışırcasına yüzüme baktı sonrasındaysa gözlerimin içine daha derin bakarak devam etmemi bekledi. Gözlerimin doluşunu engelleyemeden konuşmaya başladım.
“O gün, o çıkmaz sokakta köşeyi döndüğüm an gördüm oğlunuzu ve…” Yutkunarak boğazımdaki düğümü yok etmeye çalıştım. “… O adamı. Önce gerçekten ama gerçekten görmedim, elindeki silahı. Oğlunuz karşısında öylece ona bakıyordu. Belki biraz daha yakınlarında olsaydım oğlunuzun gözlerindeki korkuyu görüp tepki verebilirdim fakat çok uzaktaydım ve o adamın…” Konuşurken sesim, gittikçe daha da titriyordu. Gözlerim, artık gözyaşlarını taşıyamaz duruma gelip bir tanesinin usulca serbest bıraktı yanağımdan. Titreyen elimi hızla kaldırıp yanağıma sürterek gözyaşını silmeye çalıştım. “… Yani katilin arkası bana dönüktü. Eli havadaydı, bedeni elini gizliyordu bu yüzden…” Kadının gözlerindeki şaşkınlık ve anlayamamışlık hala yerini koruyordu. Kesik kesik konuştuğumun farkındaydım lakin kelimelerimi sıralayamıyordum.
“Ne demeye çalıştığınızı anlamıyorum gerçekten. Biraz daha açık konuşur musunuz?” dedi yüzüme dikkatle bakarken. “Hem neden ağlıyorsunuz? Kafam karışmaya başladı.” Son defa olacağını umarak içime derin bir nefes çektim. “Nasıl başlayacağımı bilmiyorum aslında. Katilin, oğlunuza silah doğrulttuğunu ilk başta görememiştim fakat fark ettikten sonra… Korktum… O an belki orada olduğumu belli etseydim kaçıp öldürmezdi, oğlunuzu. Bilmiyorum… Belki engel olabilirdim. Duraksadım. Çok utanıyorum ama kaçmayı bile düşündüm.” Utancımdan daha fazla gözlerine bakamayarak ellerime çevirdim gözlerimi. “Sokakta hiç kimse yoktu. Sadece ben şahit oldum olaya. Şimdi isterseniz birlikte polise gidip ifademi düzelttirebiliriz. Ya da belki beni şikâyet etmek istersiniz.” Kafamı kaldırmadan öylece bir şeyler duymayı, sinirlenip bağırmasını bekledim. Kaç dakika geçtiğini bilmeden öylece herhangi bir tepki bekledim. Cesaretimi toplayıp kafamı kaldırdığım da gördüklerim kalp atışımın hızlanmasına sebep oldu. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarında izler bırakmış ve her saniye de oluşan yollardan ilerleyerek varlığını tazeliyordu. “Ağlamış mıydı oğlum?” diye sordu titreyen sesi, üzerime fırlatılan cam parçacıkları gibi canımı yakarken.
“Bilmiyorum.” dedim gözyaşlarıma özgürlüklerini vererek. “Buraya ‘Beni affedin’ demeye ya da özür dilemeye gelmedim. Olayın üzerinden geçen on üç gün boyunca kalbimin ve vicdanımın sesi tüm yaşamıma karıştı. Suçlu olduğumu biliyorum. Sizin ve geride kalan iki çocuğunuzun da canlarını yaktığımı biliyorum ama elimden şu an hiçbir şey gelmiyor.” Boğazımdan kaçan acı dolu hıçkırığa engel olamadan devam ettim. “Ben kötülüğe karşı elimi uzatamadım, ona ‘Dur!’ diyemedim. Şimdiyse yalnızca kalbimi ortaya koyabiliyorum.” Ellerimi uzatıp ellerini avucumun içine hapsettim. “Tek isteğim; pişmanlığımı görmeniz. Ben yalnızca korkmuştum. Elinde silahı görmediğimde bile korkmam gereken hiçbir şey olmamasına rağmen korkmuştum.”
Ve ben hayatım boyunca unutamayacağım ikinci anı; yine hayatım boyunca görüp görebileceğim belki de en güçlü kadın tarafından yaşadım. Ellerinden birini yavaşça ellerimden ayırıp kalbimin üzerine koydu usulca. “Ben canıma can katan evladımı bir hiç uğruna kaybettim o gün. Ve sizin de buna karşılık kalbinizi feda edişinizi görebiliyorum. Siz yapabileceğinizin en iyisini yapıp kalbinizle karşı çıkmışsınız. Şu an atışlarını hissettiğim kalbinizin temizliğinizi ben gözlerinizden görebiliyorum. Şu andan sonra geriye kalan tek şey olan acımızı dostça yaşama, el ele tutuşma zamanı.” Bazen kelimelerden daha çok şey anlatırdı gözlerimiz ve gözlerimizden dökülen her bir gözyaşı kelimelere dökemediklerimizin can acısıydı çoğu zaman.
Bu dünyada pek az insan güçlü kalabilme onuruna sahip olurdu. Ve şüphesiz ki güç; bir annenin kalbindeki abislerde büyüttüğü sonsuz sevgiden gelerek iki dudağı arasında kalan kelimelerde saklıydı.
Başı fazla uzundu ama eve gelişi kadinlar konusma sahneleri duygulandırdı beni