1.1.İslâm Öncesi Dönemden Kudüs’ün Fethine: Filistin
İslâm Öncesi Dönemden Kudüs’ün Fethine: Filistin / Berin TÜCCAR
Giriş (Filistin adı nereden geliyor? Coğrafi Sınırlar, iklim ve Doğal Zenginlikler)
Adını, milâttan önce XII. yüzyılda Kavimler Göçü sırasında deniz yoluyla buraya gelen Filistler’den alır. Bölge, göç eden kavimlerin yerleşme girişimlerine karşı harekete geçen güçlerin pek çok istilâ ve fetihlerine mâruz kalmıştır. Bu durumun önde gelen iki önemli sebebi vardır. Bölgenin Arap coğrafyası içinde sahip bulunduğu zengin ve stratejik konum ve üç büyük ilâhî dinin gerek doğuş gerekse gelişmesinde oynadığı önemli rol ve de içinde barındırdığı kutsal yerlerdir. Bölgenin bir başka adı da “arz-ı mev‘ûd” veya “arz-ı mukaddes”tir.
Filistin adıyla anılan toprakların, siyasî sınırlarını açıklıkla çizmek kolay değildir. Bununla birlikte: “Filistin denen topraklar esas itibariyle, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria nehri arasında kalan topraklardır. Şeria nehrinin döküldüğü Ölüdeniz de (Lut gölü) Filistin’in doğu sınırına dahildir. Bu sınırlar içinde de Filistin toprakları coğrafî bakımdan Akdeniz kıyı şeridi, kuzeyden güneye doğru uzanan dağ silsilesinin bulunduğu ortadaki yayla bölümü ve en doğuda da Şeria vadisi olmak üzere üç parçaya ayrılır. Coğrafî konumu ve bütün özellikleriyle Asya ve Afrika arasında fevkalâde önemli stratejik bir noktada bulunan Filistin’in son siyasî sınırları 1922 ‘de manda yönetimince çizilmiştir.
Söz konusu coğrafî sınırları içinde Filistin’in iklimi çeşitlilik gösterir. Akdeniz kıyı şeridi yeterince yağış alan yarı tropikal bir iklime sahipken, orta kısımda bol yağış alan kuzeyden güneye, Necef çölüne doğru yağışların giderek sıfıra yaklaştığı ve kışın soğuk geçen birkaç ayın dışında yılın büyük bölümünde gündüzlerin sıcak, gecelerin serin olduğu bir kara iklimi hâkimdir. Şeria vadisinde ise kış aylarında ılık bir havanın yaşandığı, buna karşılık yılın geri kalan kısmında ısının hayli yükseğe çıktığı daha sıcak bir kıta iklimi dikkati çeker. Belki de bu sebeple Kitâb-ı Mukaddes’in birçok yerinde Filistin için “süt ve bal akan diyar” denilmiştir. Bölge bitki zenginliğine kıyasla yer altı servetleri bakımından yoksul olup en dikkate değer kaynağı Ölüdeniz’den elde edilen tuz ve yan ürünleridir. Özellikle güney kısımlarda az miktarda petrol, fosfat, bakır, demir, uranyum, manganez, kireç taşı ve sülfür bulunur.
Tarihsel Süreç
Amalikalılar, Filistinlilerin Bölgeye Gelişi
Filistin’de yaşayan kavimlerin ve devletlerin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bölge, insanoğlunun kültür izlerine rastlanan toprak parçalarının en eskilerinden biridir. Yapılan arkeolojik kazı ve araştırmalara göre ilk buluntular, günümüzden 14.000 yıl önce yaşanan Mesolitik Natuf kültürüne aittir. Toplum hayatına ait en eski kalıntıları ise milâttan önce 5000’lere tarihlenen Erîhâ’da bulunmuştur. Bu dönemden sonra bölge Sâmî kavimlerin göç, işgal ve yerleşmelerine mâruz kalmıştır. Bu toprakların adı bilinen ilk sakinleri, Tevrat’a göre dünyanın en eski milleti olan ve Arap tarihçileriyle bazı araştırmacılar tarafından Arapların atası olduğu kabul edilen Amâlika kavmidir. Milâttan önce III. binyıldan itibaren yine Sâmî kavimlerden Ken‘ânlılar ve daha çok sahil kesimlerinde Fenikeliler, arkalarından da Ârâmîler görülmeye başlar. Çeşitli bulgular, Kudüs şehrinin Kenanlıların bir kolu olan Yebûsîler’ce kurulduğunu göstermektedir; nitekim bazı eski metinlerde Kudüs’ün bir adı da Yebüs olarak geçer. (İslâm tarihçileri tarafından kabul edildiğine göre Kudüs’ün kurucuları ve Hicaz’ın ilk sakinleri de Amalikalılardır) Bölgenin “Ken‘ân diyarı” diye anıldığı bu dönemde tarım ve özellikle ticareti ön planda tutan bir medeniyet gelişmiş ve ilk alfabe ortaya çıkmıştır. Zaman zaman Mısır işgali altında geçirilen bu dönemden sonra milâttan önce 1200’lerde vuku bulan Kavimler göçü sırasında “deniz kavimlerinden” Filistler bölgeye gelmiş ve bugünkü Gazze Şeridi ve civarında beş büyük şehir kurarak burayı yurt edinmişlerdir. Hangi ırka mensup oldukları bilinmeyen Filistler (kuvvetli bir ihtimalle Hint-Avrupa) bölgede “demir çağını” başlatmışlar ve bir süre sonra yerli halkla karışarak benliklerini kaybetmişlerdir. Filistler’in Akdeniz kıyılarına yerleştiği yıllara yakın bir tarihte ise Mısır yönetimi altındaki topraklarda yaşayan ve Firavun’un zulmünden kaçarak Hz. Mûsâ’nın öncülüğünde arz-ı mev‘ûda doğru büyük bir göç başlatan İsrâiloğulları geldiler. İsrâiloğulları, tarihi kesin biçimde tesbit edilemeyen bu göç sırasında başta ezelî düşmanları ve bu toprakların ilk sahipleri Amâlika olmak üzere çeşitli Sâmî kavimlerle ve Filistler’le savaştılar; daha sonra bölgenin büyük kısmını ele geçirerek milâttan önce XI. yüzyılın sonlarında ilk İsrail devletini kurdular (geniş bilgi için bk. AMÂLİKA; ARZ-ı MEV‘ÛD).
İlk İsrail Devleti ve Sürgün
İlk İsrail kralı Saul’dür (Kurandaki ismi ile Tâlût). Sonrasında yerine tahta Hz. Dâvûd geçti. Hz. Davud Kudüs’ü fethetti ve burayı devletin başşehri haline getirdi. Otuz üç yıl Kudüs’te hüküm sürdü. Hz. Dâvûd zamanında başta bölgenin gerçek sahibi Amâlika olmak üzere burada yaşayan bütün kavim ve kabileler boyunduruk altına alındılar. Hz. Davud’un ardından tahta geçen gelen Hz. Süleyman dönemi (MÖ. 972-932) krallığın altın çağı oldu. Sınırların bugünkü Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin bir kısmına kadar uzandı. Hz Süleyman Kudüs’te kendi adıyla anılan ilk Yahudi mâbedini yani Süleyman Mabedini inşa ettirdi. Öte yandan Kızıldeniz’de sahip olduğu gemilerle uzak topraklara kadar uzanacak bir deniz ticareti geliştirdi. Hz Süleyman’ın ölümüyle birlik dağıldı ve kuzeyde İsrail Krallığı, güneyde Yahuda Krallığı adıyla iki parçaya bölündü. İsrail’in başşehri Sâmiriye, Yahuda Krallığının ise Kudüs’tü. Her iki devlet de fazla uzun ömürlü olmadı. İsrail milâttan önce 721’de Asurlular tarafından yıkıldı. Yahuda Krallığı ise milâttan önce 586’da Bâbil Hükümdarı Buhtunnasr (İbranice Nebukadretsar) tarafından yıkıldı. Asur ve Bâbilliler sadece bu krallıkları sona erdirmekle kalmayıp aynı zamanda halklarından binlercesini de Mezopotamya’ya sürmüşlerdir.
Pers Hakimiyeti Dönemi
Filistin tarihinde bir sonraki dönem, Pers İmparatorluğu’nun kurucusu Kyros’un milâttan önce 539’da Bâbil’i fethedip bütün topraklarını ele geçirmesiyle başlayan ve iki asır kadar süren Pers (İran) hâkimiyeti oldu. Bu dönemde İbrânîler belli bir ölçüde hürriyet kazanmış, Kyros’un serbest bıraktığı Bâbil esaretindeki 40.000 kişi geri dönmüş ve Bâbilliler’in yıktığı Kudüs’teki Süleyman Mâbedi ile şehrin surları yeniden inşa edilmiştir.
Judas Maccabaeus İsyanı ve Hasmonlu Hânedanı
Daha sonra bölge, milâttan önce 334’ten itibaren Suriye ve Mısır’ı işgal eden Büyük İskender’in, onun ölümünden (m.ö. 323) sonra da Helenistik krallıklardan Mısır’daki Ptolemaioslar ile Suriye’deki Selevkoslar’ın eline geçti. Özellikle Selevkoslar döneminde İbrânîler’e karşı katı bir kültürel ve dinî Helenleştirme uygulandığı görülür. IV. Antiokhos’un Süleyman Mabedini yahudi ibadetine kapatıp halkı içine koyduğu Grek tanrı heykellerine tapınmaya zorlaması üzerine Judas Maccabaeus önderliğinde büyük bir isyan çıktı; milâttan önce 164’te Selevkoslar Kudüs’ten atılarak Hasmonlu Hânedanı kuruldu ve yetmiş yıl kadar devam edecek bir bağımsızlık sürecine girildi. Helenistik dönemde Grek nüfuzu daha ziyade şehirlerde etkili olmuş, eski Sâmî örf ve âdetlerine göre yaşamaya devam eden kırsal kesiminde ise kayda değer bir değişme olmamıştır.
Roma Hakimiyeti
Filistin toprakları milâttan önce 63 yılında Romalıların istilâsına uğradı. İstila sonrası zaman zaman yahudiler ayaklandılar. Milâttan sonra 70’te Roma İmparatoru Vespasianus zamanında Roma veliaht prensi olan Titus, Kudüs’ü tahrip ederek bütün zenginliklerini yağmaladı. Süleyman Mabedi ikinci kez yıkıldı. 115-117’deki ikinci büyük isyandan sonra yahudilerin varlığı gittikçe azaldı, nihayet 132-135 yılları arasında meydana gelen üçüncü ayaklanmanın başarısız olmasıyla birlikte, ağırlıklı olarak oturdukları Kudüs’ten tekrar sürülmeleriyle varlıkları son buldu. Bu tarihten sonra Romalılar Kudüs’ü bir Roma şehri kimliğiyle yeniden imar ettiler ve adını Aelia Capitolina (Arapça İliya) koyarak Syria Palestina (Suriye Filistini) dedikleri Filistin’in başşehri yaptılar.
Filistinde Hıristiyanlığın Doğuşu
Roma döneminde Filistin’in Nâsıra kasabasında doğan Hz. İsa’nın mesajı Roma ve Yahudi zulmüne rağmen, yayıldı. Sonunda 312 yılında Roma İmparatoru Konstantinos Hristiyanlığı Roma’nın resmi dini kabul etti. Resmi din ilan edildikten sonra Kudüs bir defa daha kutsallık kazandı ve dinî ağırlıklı binalarla imar edilmeye başlandı. Saint Sépulcre (Merkad-i Îsâ) adındaki ilk büyük kilise Konstantinos tarafından yaptırılmıştır.
395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma’nın payına düşen bölgede Hıristiyanlık daha büyük bir hızla yayılmaya başladı ve Yahudilere karşı baskılar arttı.
Bölge 611’de Sâsânî istilâsına uğradı, 614’te de Kudüs çok büyük bir katliama mâruz kaldı. 629’da ise İmparator Herakleios tarafından Kudüs dahil bütün Filistin tekrar Doğu Roma hâkimiyeti altına alındı. Ve nihayet 16 Mayıs 637 tarihinde Hz. Ömer Döneminde barış yoluyla Kudüs Müslümanlar tarafından fethedildi.
İlâhî Dinlerde Kudüs’ün Yeri
Kudüs şehri Tevrat’ta sadece bir defa Salem adıyla zikredilmektedir. Şehrin krallık ve ibadet merkezi oluşu Hz. Davud’la başlamaktadır. Birinci mâbed döneminde mabedin bulunduğu tepeye Sion tepesi denilmekteydi, Sion adı Kudüs’ün tamamını da ifade ediyordu. Hz. Süleyman zamanında mabedin inşası Kudüs’e ayrı bir kutsallık sağlamış, bir taraftan Davud’un saltanatının ebediyen devam edeceğine dair Tanrı’nın vaadi, diğer taraftan mabedin Tanrı’nın ebedî mekânı olarak kabulü şehri kutsallaştırmıştır.
Milâttan sonra 70 yılındaki yıkımın ardından Yahudi milletinin hayatında Kudüs daha az rol oynamaya başlamış, ancak mânevî ihtişamın sembolü ve şeriatın bedenleşmiş şekli olarak varlığını sürdürmüş, ona olan özlem her vesileyle dile getirilmiştir. Yahudiler nerede olurlarsa olsunlar ve hangi saatte dua ederlerse etsinler mutlaka Kudüs’e dönmek zorundadırlar. Yemek duasında Kudüs’ün yeniden inşası dileği yer almaktadır. Günde üç defa tekrarlanan duaları, Kudüs’e dönülerek yapılmakta, bu duada Kudüs’e dönme, şehri ve Dâvûd saltanatını yeniden tesis etme arzusu ifade edilmektedir. Yıllık üç oruçta Kudüs’ün yıkılışının anısına yas tutulmaktadır. Yahudilerde, Kudüs yeniden kurulduğunda ve ölüler diriltildiğinde mâbedin bulunduğu tepeye yakın olduğu için zaman kazanmak ve sıkıntıyı azaltmak amacıyla Zeytindağı’na gömülme arzusu vardır.
İnciller’de de Kudüs önemli bir yer işgal etmektedir. Hz. İsa’nın birçok defa Kudüs’e geldiği ve halkı davetine çağırdığı kaydeder. İncillere göre Hz. İsa’nın dünyevî hayatı Kudüs’te sona ermiştir.
Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar Açısından Önemi
Kudüs ismi Kur’an’da doğrudan geçmemekle birlikte bu şehirden el-Mescidü’l-Aksâ’nın mübarek kılınan çevresi şeklinde İsra Suresi 1. ayette bahsedilmiştir. Ayrıca bulunduğu bölge Maide Suresi 21.ayette “mukaddes toprak” Yunus Suresi 93.ayette ise “iyi, güzel bir yer” olarak nitelendirilmiştir.
Hadislerde ise, Mescid-i Aksâ’nın, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevi ile beraber ziyaret amacıyla seyahat edilebilecek üç mescidden biri ve yeryüzünde Mescid-i Harâm’dan sonra inşa edilen ikinci mescid olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in Beytülmakdis’te namaz kılmayı tavsiye ettiği de aktarılmaktadır. Gidilememesi ise halinde yardım gönderilmesi teşvik edilmiştir.
Kıblenin ilk etapta Mescid-i Aksaya dönük olması, bizler için büyük anlam içermektedir. İlk etapta kıble direk Kabe olabilirdi. Ancak kıblenin ilk olarak Mescidi Aksa olması kıyamete kadar Müslümanların hafızalarında canlı tutulmasına vesile olmuştur. Hicretten önce iki veya üç yıl süreyle Hz. Peygamber’in Kâbe’yi de önüne almak suretiyle Kudüs’e yönelerek namaz kıldığı ve Medine döneminde on altı veya on yedi ay bu uygulamanın devam ettiği, daha sonra kıblenin Kâbe’ye çevrildiği bilinmektedir. Resûl-i Ekrem’in sağlığında belli bir dönem için Kudüs’ün kıble olarak tercih edilmesi, Müslümanların bu şehri dinî bir merkez olarak görmelerinin sebeplerinden birini teşkil etmiştir.
Ayrıca Hz. Peygamber’in, Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya gece götürülmesi şeklinde gerçekleştirilen İsrâ ve ardından mi‘rac mûcizelerinde Mescid-i Aksâ’ya gitmiş olması Müslümanlar için bu şehrin önemini arttırmıştır. Bunların dışında Kudüs, Hz. İbrahim’den itibaren pek çok peygamberin yaşadığı, mukaddes olarak da tanımlanan bir bölgede bulunması önemini artırmıştır.
Kaynakça: – FİLİSTİN, TDV İslam Ansiklopedisi – AMÂLİKA, TDV İslam Ansiklopedisi – KUDÜS, TDV İslam Ansiklopedisi – KUDÜS BİR ŞEHRİN HİKAYESİ M.Ö. 3500 – M.S 2018 https://www.gzt.com/kudus/zaman-tuneli |
Birinci Okuma 8.12.2023, İkinci okuma 10.12.2023