1.2.Kudüs’ün Fethi ve Haçlılardan Geri Alınması
Kudüs’ün Fethi ve Haçlılardan Geri Alınması / Rüveyda GÖNÜLKIRMAZ
Filistin’de İslam’ın Yayılması (Elçinin öldürülmesi, Mute Savaşı, Tebük Gazvesi, Ecnadeyn Savaşı)
Mi‘rac dolayısıyla İslâm tarihinde önemli bir yeri bulunan Filistin’de İslâmiyet’in yayılması için başlatılan faaliyetler Asr-ı saâdet’e kadar uzanır. Hz. Peygamber, çeşitli hükümdarlara İslâm’a davet mektupları gönderirken bir mektup da Doğu Roma’ya (Bizans) bağlı olan Busrâ Emîri Şürahbîl b. Amr el-Gassânî’ye yollamış, ancak elçi Hâris b. Umeyr el-Ezdî öldürülmüş ve bu durum Müslümanların kısmi yenilgisiyle sonuçlanan Mûte Savaşına (Hicri 8 / Miladi 629) yol açmıştı. Ertesi yıl bizzat Hz. Peygamber Tebük Seferi’ne çıktı ve vefatından kısa bir süre önce de Üsâme b. Zeyd kumandasındaki bir orduyu Mûte’nin intikamını almak üzere Belkā tarafına yollamak istedi; ancak ordu onun rahatsızlığı sebebiyle Medine’den ayrılamadı.
Hz. Ebû Bekir halife seçilir seçilmez derhal Üsâme’yi tasarlanan bu sefere gönderdi (1 Rebîülâhir 11 / 26 Haziran 632). Daha sonra da Amr b. Âs’ı Filistin’in fethiyle görevlendirdi (12. yılın sonu veya 13. yılın başı, Şubat-Mart 634). Müslümanlar önce Gazze üzerine yürüdüler; düşman ordusunu yenilgiye uğratarak şehri ele geçirdiler. Müslümanların kısa sürede Güney Filistin’i fethedip Gamrülarabât’a kadar ilerlemeleri üzerine Doğu Roma İmparatoru Herakleios, kardeşi Theodoros kumandasındaki büyük bir orduyu Filistin’e sevketti. Bizans kuvvetleri bölgeye yaklaştığı sırada Kaysâriye’yi kuşatmış bulunan Amr b. Âs bu orduya mukavemet edemeyeceğini anlayarak kuşatmayı kaldırdı ve halifeden yardım istedi. Hz. Ebû Bekir Hâlid b. Velîd’e haber gönderip yardıma gitmesini emretti. Neticede iki ordu Remle ile Beytülcibrîn arasındaki Ecnâdeyn mevkiinde karşı karşıya geldi ve savaş İslâm ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı (28 Cemâziyelevvel 13 / 30 Temmuz 634). Bu zaferle Filistin ve Suriye’nin kapıları Müslümanlara açıldı ve iki yıl sonra kazanılan Yermük zaferiyle de bölgenin fethi tamamlanmıştır. Bizanslılar’ın yenilgiye uğratıldığı Yermük Savaşı’nın (15/636) Filistin’in tarihinde önemli bir yeri vardır. Müslümanlar bu zaferle birlikte bölgede daha sağlam bir şekilde tutundular ve Kudüs’e ulaşarak şehri kuşattılar. Halkın aman dilemesi üzerine Hz. Ömer, Câbiye’ye geldi ve Patrik Sophronios başkanlığındaki Kudüs heyetini kabul ederek onlara cizye ve haraç ödemeleri şartıyla bir ahidnâme verdi; böylece Kudüs barış yoluyla fethedilmiş oldu (Rebîülâhir 16 / Mayıs 637). Kudüs’ün fethi müslümanlarla Bizanslılar arasındaki mücadelede bir dönüm noktası teşkil eder. Muâviye’nin Askalân’ı (Aşkelon = Ashqelon) ele geçirmesiyle Filistin’in fethi tamamlandı ve burası Cündü Filistin adıyla askerî bir bölge haline getirildi. Hz. Ömer Muâz b. Cebel ile Ubâde b. Sâmit ve Abdurrahman b. Ganm’ı halka İslâmiyet’i öğretmek üzere görevlendirdi; ayrıca Arap kabilelerinin buraya yerleşmesini teşvik etti. Hz. Ali-Muâviye mücadelesinde Filistinliler Muâviye’yi desteklemişlerdir.
Çeşitli sebeplerle Filistin’e giden ve orada vefat eden bir çok sahâbî bulunmaktadır. (Zeyd b. Hârise, Ca‘fer b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Revâha, Üsâme b. Zeyd, İkrime b. Ebû Cehil, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Muâz b. Cebel, Ubâde b. Sâmit.
Emeviler Döneminde Filistin
Emevîler devrinde çok sayıda Arap kabilesi Filistin’e iskân edildi. Halife Abdülmelik b. Mervân buraya ve özellikle Kudüs’e büyük önem verdi; oğlu Velîd zamanında ise verilen önem daha da arttı ve bölge Veliaht, Süleyman b. Abdülmelik’in idaresine tevdi edildi. Süleyman halife olunca Remle’yi Filistin’in merkezi yaptı. II. Velîd döneminde ayaklanan bölge halkı Emevî valisini kovdu ve III. Yezîd’i halife ilân etti (H.126 / M.744). Son Emevî halifesi II. Mervân zamanında Filistin’de bir isyan daha patlak verdiyse de âsilerin reisi Remle Valisi Sâbit b. Nuaym idam edilerek ayaklanma bastırıldı.
Abbâsîlerden Türkmen Beyliğine Filistin
Abbâsîler devrinde Filistin, merkezi yine Remle olmak üzere Suriye ile birlikte bir eyalet haline getirildi. Bölgede huzur ve sükûn hâkimdi; ancak Hârûnürreşîd’in ölümünden (M.809) sonra Emîn döneminde bazı karışıklıklar çıktı. Bölge daha sonra Tolunoğulları (868-905), tekrar Abbâsîler ve sonra İhşîdîler’in (M.935-969) nüfuzu altına girdi. Fâtımîler Mısır’a hâkim olduktan kısa bir süre sonra Filistin’i zaptettiler (M.969). iki yıl sonra da Karmatîler Filistin’deki bazı yerleri ele geçirerek Fâtımîler’le mücadeleye giriştiler. Cerrâhîler’in Filistin’deki hâkimiyeti Atsız’ın bölgeye gelişine kadar sürdü.
Kurlu (?) Bey, hicri 462 yılında (1069-70) Filistin’de bir Türkmen beyliği kurdu. Onun 463’te (1071) ölümü üzerine beyliğin başına geçen Atsız b. Uvak Kudüs’ü zaptedip Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh ve Selçuklu Sultanı Alparslan adına hutbe okuttu. Atsız’ın emîrlerinden Şöklü de 1074’te Akkâ’yı alıp buradaki Fâtımî hâkimiyetine son verdi. Daha sonra Atsız Kudüs, Remle, Taberiye, Trablusşam, Sur, Akkâ, Humus ve Refeniye gibi şehirleri ele geçirip hâkimiyet sahasını genişletti. Atsız Mısır’ı zaptetmek amacıyla çıktığı seferde Fâtımîler karşısında ağır bir yenilgiye uğradı ve güçlükle Dımaşk’a dönebildi (10 Receb 469 / 7 Şubat 1077). Bu yenilgiyle Suriye ve Filistin’deki toprakları Fâtımî hâkimiyetine geçti; ancak Atsız daha sonra yeni bir ordu hazırlayıp başta Kudüs olmak üzere kaybettiği bütün şehir ve kaleleri geri aldı.
Suriye-Filistin Selçuklu Devleti
Bu sırada Sultan Melikşah’ın kardeşi Tutuş Suriye-Filistin Selçuklu Devleti’ni kurdu (M.1079). Ardından da Kudüs ve civarını Artuk Bey’e iktâ etti. Artuk Bey’in 484’te (1091) ölümünden sonra yerine geçen oğulları Sökmen ile İlgazi, Kudüs’ün 1098’de Fâtımîler tarafından zaptı üzerine Filistin’den ayrılmak zorunda kaldılar.
Kudüs’ün Haçlı Ordularınca İşgali
Haçlılar, 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü işgal ederek binlerce müslümanı katlettiler. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin 1187’de Kudüs’ü fethine kadar devam eden Haçlı hâkimiyeti sırasında Filistin savaş ve karışıklıklara sahne odu. Eyyûbîler zamanında İtalyan, Fransız ve İngiliz tüccarları Filistin’in çeşitli şehirlerinde yoğun ticarî faaliyetlerde bulundular. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin ölümünün (589/1193) ardından Filistin’de bazı karışıklıklar çıktı ve Kudüs 1229’da yapılan bir anlaşma ile yeniden Batılıların yönetimine bırakıldı; ancak bu durum uzun sürmedi ve on beş yıl sonra tekrar Müslümanların eline geçti. Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs’ü alınca eskiden sürülmüş bir kısım yahudinin dönmesine izin vermiş, şehirdeki âbideler üzerinde onarım çalışmaları yaptırmış ve sağladığı kitaplarla Mescid-i Aksâ kütüphanesini zenginleştirmiştir. Filistin toprakları Memlükler tarafından, özellikle Sultan Baybars’ın çabalarıyla Haçlıların elinden parça parça geri alındı ve hicri 690’da (1291) Akkâ, Kaysâriye ve diğer bazı şehirlerde bulunan Franklar da bölgeden uzaklaştırılınca yeniden fetih tamamlanmış oldu. Memlükler zamanında yeni bir idarî teşkilâtlanmaya gidildi ve Filistin; Gazze, Lüd, Kakun, Kudüs, Halîl ve Nablus olmak üzere Dımaşk’a bağlı altı bölgeye ayrıldı.
Memlük dönemi Filistin’de Müslüman nüfusun en yoğun olduğu dönemdir. Bu yıllarda Hristiyanların bölgeye girmelerine izin verildiği gibi gördükleri baskı sonucu Avrupa’dan kaçan Yahudilere de sığınma hakkı tanındı. Dönemin bir diğer özelliği Abbasîlerle filizlenmiş olan vakıf sisteminin daha da gelişip yayılmasıdır. Özellikle Kudüs’te devlet görevlilerinin girişimiyle dinî ve sosyal amaçlı birçok vakıf kurulmuştur.
Kudüs’ün Haçlılardan kurtulması Selahattin Eyyubi bir çoğumuz tarafından yakından biliniyor. Bizde kısaca da olsa süremiz yettiğince Selahattin Eyyubi’nin hayatından bahsetmeden geçmeyelim:
Selahaddin, hicri 532 (1138) yılında Tikrît’te doğdu. Babası Necmeddin Eyyûb bu sırada Selçuklular’ın Tikrît valisiydi. 558 (1163) yılında iktidardan uzaklaştırılan Fâtımî Veziri Şâver b. Mücîr’in yardım istemek için Dımaşk’a gelmesi Nûreddin’e Mısır işlerine müdahale yolunu açtı. Amcası Şîrkûh’un kumandasında 559 (1164), 562 ve 564 (1169) yıllarında Mısır’a yapılan seferlere katılan Selâhaddin usta bir kumandan ve devlet adamı olarak sivrildi. Selâhaddin Mısır’a hâkim olunca kendisine ve Türklere karşı direnen Fâtımî çevreleriyle, onları destekleyen Haçlılar ve Bizanslılar’la mücadeleye girişti. Mısır’a tam anlamıyla hâkim olan Selâhaddin Nûreddin Zengî’den gelen emir üzerine 567’de (1171) Fâtımî hilâfetine son verdi.
Selâhaddin, Âmid / Diyarbakır, Tell Hâlid ve Ayıntab’ı alarak Halep’i kuşattı. (17 Safer 579 / 11 Haziran 1183). Sultan, Halep’i ele geçirmekle muhaliflerini etkisiz hale getirdiği gibi büyük bir stratejik avantaj sağladı ve Kudüs yolu kendisine açılmış oldu. Bu sebeple Halep’in Selâhaddin’in eline geçmesi Haçlılar’ı telâşlandırdı. İbnü’l-Esîr bu olayın önemine vurgu yapmış, Selâhaddin de bu şehri ele geçirdiğinde duyduğu sevinci başka hiçbir yerde duymadığını ifade etmiştir.
Selâhaddin bir yandan devleti dağılmaktan kurtarmak, Ortadoğu’da İslâm birliğini sağlamak için uğraşırken bir yandan da Haçlılar’la mücadele etmek zorunda kalmıştı. Onun bu dönemde Haçlılar’a karşı ilk önemli seferi 20 Cemâziyelevvel – 15 Cemâziyelâhir 573 (14 Kasım – 9 Aralık 1177) tarihleri arasında gerçekleştirdiği Gazze-Askalân seferidir.
Hicri 581’de (1185) Musul ile ihtilâfı hallederek ordusunu daha da güçlendiren Selâhaddin aradığı fırsatı 583 (1187) yılında yakalayabildi. Bu sırada Kerek-Şevbek bölgesi hâkimi Renauld de Châtillon, topraklarından geçen zengin bir Müslüman kervanını aradaki anlaşmaya rağmen yağmalayıp mallarına el koydu, yolcuları esir aldı. Selâhaddin malların ve esirlerin iadesini istedi, ancak hem kral hem Renaud bunu reddettiler. Selâhaddin, Hittîn denilen yerde Haçlılar’la yaptığı meydan savaşında büyük bir zafer kazandı (24-25 Rebîülâhir 583 / 3-4 Temmuz 1187). Haçlı ordusu imha edildi, bir kısmı esir alındı. Esirler arasında Kral Guy de Lusignan ve Renauld de Châtillon da vardı.
Selâhaddin bu zaferden sonra hızlı bir fetih hareketine girişti. Birkaç hafta içinde büyüklü küçüklü elli iki şehir fethedilmiş, sıra Kudüs’e gelmişti. Sultan, 20 Eylül 1187’de Kudüs’ü kuşattı. Mi‘rac mûcizesinin yıl dönümü olan 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Kudüs’ü fethetti. Sûr şehri hariç Filistin’deki bütün kaleler bir yıl sonra tamamen Selâhaddin’in eline geçti.
Selâhaddin geniş bir alanı kapsayan bir siyasî birlik kuran büyük bir devlet adamıdır. Bu siyasî birlik Eyyûbîler’in ardından Memlükler’le devam etmiş, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Kahire’yi ele geçirmesiyle son bulmuştur. Türkler Selâhaddin devrinde Mısır, Libya, Kuzey Sudan, Hicaz, Yemen gibi yerlere hâkim olmuş, bu hâkimiyet asırlarca devam etmiştir. Selâhaddin kuvvetli bir ordu, iyi çalışan bir devlet teşkilâtı kurmuş, Fâtımî hilâfetini yıkarak bölgedeki ideolojik parçalanmaya son vermiştir. Onun ikinci büyük başarısı Kudüs’ü ve Haçlıların elinde olan birçok yeri kurtarmasıdır. Kudüs’ü geri alması İslâm dünyasının en ünlü kahramanları arasında yer almasını sağlamıştır.
İmar faaliyetleriyle yakından ilgilenen Selâhaddin “hâdimü’l-Haremeyn” unvanını kullanan ilk hükümdar olmuştur. Dünya tarihinde haklı bir şöhret kazanan ve örnek bir sultan olarak gösterilen Selâhaddîn-i Eyyûbî, Türk-İslâm tarihinin en tanınmış kahramanlarından biridir. Mehmed Âkif Ersoy onu “Şark’ın en sevgili sultanı”, Fransız tarihçisi Champdor “İslâm’ın en saf kahramanı” diye nitelemiştir. Selâhaddin kaynakların ittifakla belirttiğine göre dindar, merhametli, cömert, güler yüzlü, vakur, sağlam iradeli, mert ve heybetli bir kişiydi. Her konuda Nûreddin Mahmud Zengî’nin takipçisi, onun başlattığı eserlerin tamamlayıcısı olmuş, yeni bir devlet kurduğunu bile iddia etmemiştir. Müslümanlar onun şahsında ideal bir sultan, Haçlılar gerçek bir İslâm kahramanı görmüştür. Doğulu ve Batılı tarihçilerin, yazarların eserlerinde kendisinden övgüyle söz edilmiştir. Danışmanlarından Üsâme b. Münkız onu Hulefâ-yi Râşidîn devrini yeniden canlandıran bir kişi olarak anar. Tarihçilerin anlattığına göre Selâhaddin zamanını ya ilim ya cihad veya devlet işleriyle geçirirdi. Kur’an’ı ezberlemiş ve iyi bir eğitim görmüştü. Arapça, Türkçe, Farsça ve Kürtçe biliyordu. Selâhaddin verdiği sözü ne pahasına olursa olsun tutar, affetmeyi severdi. Eman verdiği kişileri kesinlikle cezalandırmamış, Haçlılar onun bu yönünü çok takdir etmiştir. Adaleti, özellikle vurgulanmıştır. Aşırı derecede cömert olduğu, öldüğünde özel hazinesinden sadece 1 Mısır dinarıyla 36 veya 47 Nâsırî dirhemi çıktığı kaydedilir.
MESCİD-İ AKSA VE İÇİNDEKİ YAPILAR
Mescid-i Aksa birçoğumuz tarafından bilindiği için bir kaç cümle bahsedip konumu bitireceğim.
Mescid-i Aksâ’ya çevresiyle birlikte Harem-i şerif denilmektedir. Eski Kudüs’teki kuzeyi 321, güneyi 283, doğusu 474 ve batısı 490 m. uzunlukta olan ve yer yer 30-40 m. yüksekliğe ulaşan surlarla çevrili yaklaşık 144 dönüm alan olup, sayısı iki yüze ulaşan birçok esere sahiplik eder.
Mescid-i Aksa içerisinde bir çok mescid yer almaktadır. Kubbetu’s-Sahra, Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından 691 yılında; Kıble Mescidi ise 705 yılında Halife Velid bin Abdülmelik tarafından inşa edilmiştir. Mescidi Aksa’nın üç kilometre uzunluğundaki surlarında 34 kule ve 11 kapı (7’si açık 4’ü kapalı) bulunmaktadır.
Kaynakça: – FİLİSTİN, TDV İslam Ansiklopedisi – ECNÂDEYN SAVAŞI, TDV İslam Ansiklopedisi – SELÂHADDÎN-i EYYÛBÎ, TDV İslam Ansiklopedisi – Kroki, https://www.fikriyat.com |
İlk okuma: 8.12.2023