07 Aralık 2024
PUSULA EĞİTİM KÜLTÜR SANAT VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ

1.3.Osmanlı Dönemi ve II. Abdülhamid’in Filistin’i Himayesi

Osmanlı Dönemi ve II. Abdülhamid’in Filistin’i Himayesi / Meryem ARSLANBAŞ

Filistin, Yavuz Sultan Selim zamanında 1516 yılında yapılan Mercidâbık Muharebesi’nden sonra Osmanlı idaresine girdi. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde çevresiyle birlikte bölgenin tamamı Osmanlı Devletine bağlandı. Bu arada mukaddes yerleri korumak için Kudüs’te Müslümanların “Harem” veya “Eski Şehir” olarak adlandırdıkları 868 dönümlük kısmın etrafındaki surlar yeniden inşa ettirildi. Hz. Dâvûd’un türbesiyle Kubbetü’s-sahre’nin duvarları ve kapısı yenilenerek süslemelerle zenginleştirildi. Osmanlı Devleti, bölgede gözle görülür izler bıraktı. I. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar Filistin ve çevresinde Osmanlı hakimiyeti devam etti.

Osmanlı döneminde Arz-ı Filistin denilen bölge idarî bakımdan Şam eyaletine bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed sancaklarına ayrıldı. Bunların dışında doğrudan eyalet merkezine bağlı emirlikler de vardı. Napolyon Bonapart 1799’da Mısır’ı ve Yafa’yı işgal ederek Akkâ’yı kuşatıp Safed ve Nâsıra’ya kadar ilerlemişse de Cezzâr Ahmed Paşa karşısında tutunamamış ve çekilmeye mecbur kalmıştır. 1832 yılında Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa tarafından ele geçirilen Filistin, 1840’ta tekrar Osmanlı idaresine girmiş, fakat bundan böyle büyük devletlerin ilgi odağı olmuştur.

1887’de Kudüs, merkeze bağlı bir mutasarrıflık haline getirildi; bir yıl sonra da Beyrut vilâyeti oluşturulunca Nablus ve Akkâ bu vilâyetin sınırları içine alındı. Böylece Filistin iki bölüme ayrılmış oldu. Filistin’in kuzeyi Beyrut valiliğince idare edilirken kutsal toprakların güney kısmı Kudüs mutasarrıflığının idaresine bırakıldı. Bu ayırıma göre Kudüs sancağına bağlı önemli şehirler Kudüs, Yafa, Gazze ve Halîlürrahman; Akkâ sancağına bağlı olanlar Akkâ, Hayfa, Safed, Nâsıra ve Taberiye; Nablus sancağına bağlı olanlar ise Nablus, Benîsâb, Cemmâîn ve Cenîn idi. Böylece Ürdün nehri (Şeria) sınır kabul edildiğinde bu taksimat içinde kalan Osmanlı Filistini küçük farklarla daha sonraki İngiliz mandası döneminde de devam etti. (MUTASARRIF: Osmanlı devlet teşkîlâtında kazâ ve vilâyet arasında kalan sancak’ın en büyük mülkî âmiri, sancak beyi)

Osmanlı Döneminde Filistin’de Demografik Yapı

Filistin’in Osmanlı dönemi demografik yapısında yine önceden olduğu gibi Müslüman Arapların en büyük oranı teşkil ettiği ve bu durumun daima böyle kaldığı görülmektedir. Meselâ 1880’de nüfusun % 87’sinin, 1890’da % 85’inin, 1914’te % 83’ünün (o sıralarda göçle gelen ve vatandaşlığa kaydedilmeyen Yahudiler hesaba katıldığında dahi % 77’si) Müslüman olduğu görülür. Müslümanların büyük çoğunluğu Sünnî idi ve nüfusun temelini teşkil eden bu insanların ekonomik hayatı tarıma dayanıyordu. Filistin nüfusu içinde küçük bir azınlık teşkil eden Hristiyanlarla Yahudiler ise daha çok şehirli idiler ve özellikle XIX. yüzyılda elde ettikleri imtiyazlarla, bütün Ortadoğu’ya ticarî kurumlarıyla birlikte giren Avrupalılara bağlı olarak ticaretle uğraşıyorlardı.

Osmanlı Hoşgörüsü, Batılı Devletlerin bölgeye ilgisinin artması, Avrupa’da antisemitizm ve Siyonist ırkçılıktaki yükseliş

İslâm fethinden önce Filistin nüfusunda çoğunluk teşkil ederken sonraki dönemlerde azınlık durumuna düşen dinî gruplar arasında Grek Ortodoks mezhebine mensup Araplar önde geliyordu. Burada, başka dinden olanlara ve onların kutsal yerlerine daha önceki Müslüman idarelerin gösterdiği hoşgörü ve korumayı Osmanlılar da göstermişlerdir. Osmanlı arşiv belgeleri, Filistin’deki idarenin orada yaşayan yahudileri dinî vecîbelerini ifa konusunda ne kadar serbest bıraktığını açıkça göstermektedir. Önceki dönemlerde yerleşmeye başlayan ve farklı unsurlara hukukî bir statü ve serbestlik sağlayan “millet sistemini” Osmanlılar daha kapsamlı bir şekilde sürdürmüşlerdir. Bu sistem sayesinde zaman içinde gerek Hristiyanların gerekse Yahudilerin kurumlaşmaları ve talepleri arttı. XIX. yüzyıldan itibaren özellikle Kudüs’te yoğun olmak üzere çeşitli Hristiyan mezhepleri bütün kurumları ile birlikte ortaya çıktılar. Bu mezhepler, Filistin gerek üç büyük dince kutsal addedildiği, gerekse o günün dünya şartlarında Avrupalı güçlerce çok önemli bir stratejik konumda görüldüğü için bu bölgede kiliseler, dinî okullar ve misyoner cemiyetleri kurma açısından birçok imtiyaz elde ettiler. Bu gelişmeler ise kutsal yerler ve buralara hâkim olma konusunda yoğun çıkar çatışmalarına yol açtı. Aynı yüzyılın sonlarına doğru, çeşitli ülkelerde dağınık durumda yaşayan yahudiler arasında devamlı yerleşmek üzere “siyon”a (dünyada cenneti sembolize eden topraklar, Filistin) dönmelerini savunan siyonizm doğdu. Bu siyasî hareketi başlatan Theodor Herzl, 1897’de Basel’de toplamayı başardığı I. Dünya Siyonist Kongresi’nde siyonizmin programını, “yahudi halkı için Filistin’de kamu hukukunun güvencesi altında bir yurt kurulmasını sağlamak” şeklinde açıkladı. Bu hareket, 1870’lerden itibaren Avrupa’da kök salmaya başlayan milliyetçilik dalgasının Yahudilere yansımasıydı. Yine Avrupa milliyetçiliğinin bir ürünü olarak gelişen antisemitizm, özellikle 1880-1890’larda Rusya’da Yahudilere yapılan zulüm bu harekete güç verdi ve 1882-1903 yılları içinde Filistin’e ilk önemli Yahudi göçü gerçekleştirildi. Bu dönemde gelenlerin sayıca az olmakla birlikte şehirlerden çok kırsal kesime, tarımcı yerleşmelere yönelmeleri dikkat çekiciydi. Yine Osmanlı döneminde gerçekleştirilen ikinci göç ise 1905-1914 yılları arasında vuku buldu. Bu defa hissedilir oranda sayıları artan ve daha hazırlıklı oldukları görülen göçmenler, ekonomi ve tarım alanında geliştirdikleri kurumlarıyla burayı yurt edinmeye niyetli olduklarını gösterdiler ve özellikle Hayfa’dan Gazze’ye uzanan kıyı bölgesine sistemli bir biçimde yerleştiler. 1909’da Yafa’nın kuzeyinde Tel Aviv yepyeni bir Yahudi şehri olarak ortaya çıktı. Bu göçlerle birlikte, 1881’de 14.731 olan Yahudi nüfusu 1901’de 23.662’ye ve 1914’te de 38.754’e ulaştı.

Siyonislerin, Abdulhamidden Filistin’e Yerleşme İzni Alma Çabaları

Osmanlı yönetimi Filistin’de Yahudi varlığını tanımış ve zaman zaman göçlerine izin vermişti. Tarihî kayıtlara göre burada eskiden beri mevcut bir yahudi topluluğu (Yishuv) vardı. Göç hareketiyle sistemli olarak gelip yerleşen yeni göçmenlerin durumu ise çok farklı idi. Siyonizm hareketi ortaya çıktığı zaman Filistin’in Osmanlı yönetiminde bulunması, siyonistlerin bütün girişimlerinin özellikle Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaşmasına sebep oldu. Siyonist liderleri önce II. Abdülhamid ile, daha sonra da iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakkî ile müzakerelere oturdular. Filistin’de bir Mûsevî yurdu kurulması için izin isteyen siyonistler ilk defa Osmanlı hükümetine belirli bir meblağ karşılığında Filistin’i satın almayı, ardından da Düyûn-ı Umûmiyye’nin borçlarını üstlenmeyi teklif ettiler. Theodor Herzl başkanlığında bir heyet iki defa II. Abdülhamid nezdinde girişimde bulundu ve Herzl 1901’de sultanla görüştü. Padişah, zulümden kaçan yahudilere Osmanlı topraklarında yerleşme müsaadesi vermekle birlikte Filistin’de yurt kurmaları yolundaki tasarıyı kabul etmedi. Filistin’de toprak satın almalarını yasaklamak, hac maksadıyla Kudüs’ü ziyaret edeceklere sadece geçici izin vermek, vize koymak gibi uygulamalar getirdi.

II. Abdülhamid’den istedikleri tavizleri alamayan siyonistler 1908 darbesini bir ümit ışığı olarak gördüler. Başa geçen İttihat ve Terakkî darbecileri yeni hürriyet anlayışıyla önceleri olumlu bir yaklaşım içine girdi ve II. Abdülhamid’in Kudüs’ü ziyaret edeceklere geçici olarak uyguladığı “kırmızı tezkere” adı verilen izin belgesini kaldırdığı gibi Filistin’de toprak satın almayı da serbest bıraktı. Fakat bu durum uzun sürmedi; özellikle 31 Mart Vak‘ası’ndan sonra azınlıkların bağımsızlık ve ayrılma yönünde faaliyetlerini arttırmaları, bu arada siyonistlerin çabalarını Filistin’de kolonileşme yönünde planlı bir şekilde sürdürmeleri, imparatorluğun bütünlüğünü koruma refleksi ile -hatadan dönerek- çeşitli yeni kısıtlamalar yürürlüğe kondu.

1901’de toprak alımı temel maksadıyla kurulan Yahudi Millî Fonu gibi çeşitli siyonist kuruluşlar Filistin’e para akıtıyorlardı. Çeşitli iç ve dış gailelerle meşgul olan Osmanlı Merkezî Hükümeti Yahudi göçüne engel olamıyordu. Sonuçta yahudi siyonist yerleşimine karşı Arap milliyetçiliği doğdu ve harekete geçti. Filistin’deki karmaşayı arttıran bir diğer önemli unsur da bu stratejik bölge üzerinde farklı çıkarları bulunan Avrupalı güçlerin işin içine girmesiydi. Başta İngiltere olmak üzere bazı Batı devletleri Arap milliyetçiliğiyle siyonizmin ileride karşı karşıya geleceğini düşünmeksizin bu iki akımı desteklemekten ve bölgeyi sömürebilmek için çeşitli etnik grupları dış politika amaçlarına alet etmekten çekinmediler. Bu grupları himayeleri altına alarak imparatorluk içinde kendilerine bağlı unsurlardan nüfuz bölgeleri oluşturdular. Böylece Osmanlı Devleti dağıldığında bu nüfuz bölgelerine dayanarak imparatorluğun mirasını aralarında paylaşabilecekleri bir ortam hazırladılar.

İngiliz Oyunu ve Filistin’in İngilizlerin Eline Geçmesi

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı-Alman ittifakı karşısında yer alan Avrupalı güçler, Siyonistler başta olmak üzere Osmanlı topraklarındaki Türk olmayan unsurları devlet otoritesine karşı kışkırtmaya başladılar ve sonunda cephede yenemedikleri Türkler’i ayaklanma ve beşinci kol faaliyetiyle içten çökertmeyi başardılar. İngiltere ve Fransa, savaş sonrası için gizli paylaşım planlarını 1916 Mayısında hazırlamışlardı. Sykes-Picot Antlaşması adıyla bilinen bu plana göre Araplara bağımsız devlet kurmak üzere vaat edilen topraklar belli bir çizgiden sapılarak İngiliz ve Fransız nüfuz alanları şeklinde ikiye ayrılıyor, çıkarların uzlaşamadığı Filistin toprakları için ise milletlerarası bir idare düşünülüyordu. Savaş süresince emelleri doğrultusunda planlı çalışmaya devam eden Yahudiler güçlü gördükleri İngiltere’ye destek verdiler. Özellikle o dönemde İngiltere’de oturan Yahudi politikacısı Chaim Weizmann’ın çabaları İngiltere’yi Yahudilere daha da yakınlaştırdı. İngilizler’in Araplar’ı vaatlerle aldatışının bir başka göstergesi de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un 2 Kasım 1917’de, Filistin’de yurt edinmek isteyen Siyonist Dernekleri Federasyonu adına Lord Rotschild’e yazdığı “Balfour Bildirisi” denilen mektup oldu. Bu belgede, İngiltere’nin Filistin’de Yahudi halkı için bir millî yurt kurulmasını olumlu karşıladığı, bunun orada mevcut Yahudi olmayan toplulukların medenî ve dinî haklarına bir zarar getirmeyeceğine inandığı ve bu hedefin tahakkukunu kolaylaştırmak için elinden gelen gayreti göstereceği belirtiliyordu. İngiltere’nin henüz tasarruf yetkisine sahip olmadığı bir bölgede yahudilere yurt vermeyi vaad ettiği bugünlerde Filistin nüfusunun % 90’ı Arap’tı ve toprakların da ancak % 2’si yahudi mülkünde bulunuyordu.

31 Ekim 1917’de Mareşal Allenby kumandasındaki İngiliz ordusu Filistin’in Bi’rüssebi‘ yöresini ele geçirdi. Kudüs’ü savunmak için Osmanlı cephesinde yeni bir ordu grubu kurulduysa da başarı sağlanamadı ve Allenby, 11 Aralık’ta Kudüs’e girip etrafındakilere Haçlı seferlerinin ancak şimdi bittiğini söyledi. Kudüs’ün düşüşünden sonra İngilizler Eylül 1918’e kadar Filistin topraklarının tamamını ele geçirdiler. Böylece Osmanlı idaresi fiilen son buldu.

Kaynak

– FİLİSTİNTDV İslam Ansiklopedisi

Haritalar

https://dijitalhafiza.com/haritalar/sematik-haritalar (E.T.:12.12.2023)

1.okuma 12.12.2023